26.6.12

KIPÇAKLAR…KUMANLAR…


En kalabalık türk topluluklarından biridir.
daha doğrusu türk dünyasını oluşturan 3 kalabalık boydan biridir.
Kıpçaklar göçebe bozkır topluluklarıdır. bugün orta asya, karadeniz’in kuzeyi, doğu avrupa, anadolu, kafkaslar ve ortadoğu’da varlıkları devam eden kıpçak halkları şunlardır;
-tatarlar
-kazaklar
-kırgızlar
-başkurtlar
-nogaylar
-karakalpaklar
-karaçaylar
-balkarlar
-kamuklar
-ortadoğu ve mısır memlükleri
kıpçak topluluklarının yaşadığı coğrafya deşt-i kıpçak olarak adlandırılmıştır;
işte bu deşt-i kıpçak coğrafyasından diğer yakın coğrafyalara çeşitli kıpçak göçleri olmuştur;
ORTADOĞU’YA VE MISIR’A KIPÇAK GÖÇÜ;
özellikle abbasiler devrinde arap coğrafyası ile ilişkiler kuran kıpçaklar, hem islamiyeti benimsemiş, hem de arap ve selçuklu ordularında paralı askerlik yapmışlardır.
Mısır’da yönetimi ele geçiren Selahaddin Eyyubi, ordusunda kölelerden oluşturulan birliklere, Abbasi halifelerinin bu geleneğine giderek ağırlık vermiştir. Memlûk Sultanlığına adını veren ve Mısır ordusunun süvari bilirliklerini oluşturan Memlûk Atlı birlikleridir. Bu birliklerin komutanlığını elinde bulunduran kimseler zaman içinde devletin başına geçmişler ve kurdukları devlete arapça köle anlamına gelen memlük devleti adını vermişlerdir. memlükler’in bir başka adı da kölemenler‘dir.
  (kölemen-memlük devleti…)
kölemenler, Mısır’da Bahriye Memlûkleri olarak bilinen hanedanı kurdular. Memlûkler’in en önemli hükümdarı olan Sultan Baybars, Kırım yarımadasında doğmuş bir kıpçak türkü’dür. Memlüklerde Mısır tarihinde önemli yeri olan ; Kutuz , Aybek , Aktay , Kalaun gibi önemli Kıpçaklı askeri komutanlar yetişmiştir. Bu komutanların mukavemeti Mısır’ı Moğol istilasından korumuş, Mısır Kıpçak ordusu Dünya’da Moğolları yenen ilk ordu olmuştur.

-DOĞU AVRUPA’YA KIPÇAK GÖÇÜ;
Kıpçaklar’ın batı kolunu oluşturan KUMANLAR‘ın sahne aldığı göçtür. deşt-i kıpçak bölgesi moğol istilasına uğrayınca kıpçak boyları’nın bir kısmı avrupa’ya doğru göçe başlarlar, işte avrupa’ya göç eden bu kıpçak boyları kumanlar olarak tanımlanır…
kumanlar bir oğuz boyu olan peçenekler ile savaşıp onları önlerinden sürünce avrupa’ya akınlar düzenlemeye başlarlar.
macaristan, polonya, romanya, balkanlar ve bizans’a sürekli akınlar düzenlerler. hatta bir seferinde istanbul’u kuşatırlar.
avrupa’ya göç eden kıpçak toplulukları hristiyanlığı benimser, avrupa, özellikle bizans ordusunda paralı askerlik yaparlar, malazgirt savaşı ile birlikte bizans ordusu’nda paralı askerlik yapan diğer türk toplulukları peçenekler ve uzlar’la birlikte anadolu’ya yerleşirler ve hristiyan karaman türkleri‘nin(karamanlılar) kökenlerini oluştururlar…
kumanlar bizans’ta paralı askerlik yapmalarından başka, doğu avrupa-balkanlar’da çeşitli beylikler ve krallıklar kurmuşlardır.
bugünkü moldova’nın tarihi adı olan beserabya’nın adı, bu bölgede bir prenslik kurmuş olan kuman tigini tokdemir’in oğlu basaraba‘dan gelmektedir.
yine bugün bulgaristan ve romanya’nın karadeniz kıyılarını oluşturan bölge olandobruca‘ya adını veren de bir kuman komutanı olan dobriç‘tir.
Dosya:Polovtsy.jpg
Dobruca beyliği;
Anadolu’da kurulan ilk beyliklerden biri olan saltuklular soyundan gelen sarı saltuk’un beraberindeki çepniler ile birlikte kırım’a geçerek altınordu hanlığındaki kıpçak akıncılarla birlikte düzenlediği akınlar neticesinde romanya’nın karadeniz kıyısında dobruca bölgesinde kurulan türk devletidir.
sarı saltuk ve sonrasında seyid ismail tarafından kurulan bu devletin varlığına ece halil saltuk döneminde tatarlar tarafından son verilmiş, ece saltuk ve kendisine bağlı bir grup kıpçak ve oğuz türkü anadolu’ya göç etmiş, önce karesi beyliği, daha sonra da osmanlı devleti’nin hizmetine girmişlerdir.

Codex Cumanicus:
Karadeniz’in kuzeyindeki Kıpçak Türklerinden (Kumanlar) italyanlar ve Almanlar tarafından 14. yüzyılda derlenmiş iki bölümlük bir eserdir.(italyan bölümü, alman bölümü)
el yazması, Sözlük-metinler derlemesi olarak sayılabilecek eserin adı Latincedir veKuman Kitabı olarak Türkçeye çevrilebilir. Codex Cumanicus’un amacı kuman türkleri arasında hristiyanlığı yaymaktır.
netice itibariyle kuman türkleri her ne kadar hristiyanlığı kabul etse de dillerini unutmamış, sonraki yüzyıllarda dahi kıpçak türkçesi konuşmuş ve eserler meydana getirmişlerdir.
Örnek bölümler;
Kökteki hanlıkta baralmaz-biz Tengri kattında (gökteki krallıkta Tanrı katına varamayız.)
Sözlük bölümünden
agıngıç: merdiven
kıskaç: kıskaç
olturguç: oturulacak yer, sıra, koltuk
açkuç: anahtar
yülügüç/yülüngüç: tıraş bıçağı
yapkıç: kapak, örtü
Kıpçak Türkçesi;
Sağınsa men bahasız anını
Kim Xristoz töktü söüp ulunı
Tıyalman yaşınını.
Kim unut’ay munça yigitlikni
Kim içip tatlı çoa suunı
Toydırıldı canını
Yesus tatlı eç yamansız egeç
Ne ıynar sen eç yazısız egeç
Öz nezik boyuñnı
Türkiye Türkçesi
Düşünsem paha biçilmez kanını
Ki isa döktü sevip kullarını
(Bu nedenle) engelleyemem gözyaşımı
Kim unutabilir bunca iyiliği
Ki içip kaynak suyunu
Doyurdu canını
isa (sen) tatlı ve kötülüksüz iken
Niye azap çektirirsin hiç günahsız iken
Kendi nazik bedenine
KAFKASLAR’A KIPÇAK GÖÇÜ;
Kafkasya’daki gürcü kralı’nın selçuklu baskısından bunlaması üzerine ve bizans ile gürcistan arasında bir tampon bölge kurmak istemesiyle gerçekleşen göçlerdir.
Kuzey Karadeniz Deşt-i Kıpçak diyarındaki Kumanlardan 50.000′e yakın Kuman ailesi (yaklaşık 300.000 kişi) Kırımlı Büyük Kıpçaklı Başbuğ Şaraga Han (Sarıcık) ın torunu Atraga Han (Atrak) önderliğinde Kafkaslar’dan Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar indi (1118). Gürcü Kralına kızını veren Atraga Han beraberindeki Kumanlarla Batı Gürcistan’da Batum, Artvin , Çoruh vadisine yerleşti.
Gürcü kralının isteği üzerine Kumanlar kurdukları 40.000 kişilik ordu ile Tiflis’i ağır bir kuşatmanın sonunda Selçuklu Devleti’nden geri aldılar (1123). Kumanların savaş becerisini gören Gürcüler tekrar Kuzey Karadeniz’deki Kumanlara haber yollayıp ülkelerine davet ettiler.
Bunun üzerine 45.000 civarında Kuman ailesi (yaklaşık 250.000 kişi) Sevinç Han liderliğinde Gürcistan’a yerleşti (1195). Bu ikinci ve son iskân Kuzey Karadeniz, Deşt-i Kıpçak diyarından gelen son iskândır. Gürcistan’da uzun süre kalan Kumanlar Hristiyanlıktan etkilenmeye başladılar.
Gürcistan’a ikinci Kuman göçünün ardından sayıları 800.000 e yaklaşan Kumanların yurtlanma sorunları baş gösterdi. Gürcü – Kıpçak karma ordusunun Başkomutanı Başbuğ Kubasar (Ters saldıran) Başkomutanlık konusunda Gürcülerle anlaşmazlığa düşmesi üzerine bazı Kuman beyleri Kubasar Bey’in oymağı ve kendilerine bağlı oymakları alarak bugünkü Türkiye sınırları içerisine; Rize ve Trabzon sahil bölgelerine yerleştiler (1212).
Trabzon imparatorluğu’na vergi vermeyen Kumanlar, kralın Artvin’e uyarı amaçlı gönderdiği küçük bir orduyu imha etmekle kalmayıp; Trabzon’u basıp yağmalayarak karşılık verdiler. Ortodoks olan Kıpçaklar Osmanlı imparatorluğu’nun bölgeye hâkim olmasıyla Müslümanlığa geçtiler. Gürcistan’daki Kuman beyleri çeşitli zamanlarda siyaset izleyerek varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.
bugün türkiye’nin doğu karadeniz bölgesinde, gürcistan’da batum ve havalisi ile acaristan’da halen kuman türkleri varlıklarını sürdürmektedir.
(bir acar-karakalpak türkü…)
birtakım kaynaklarda müslümanlığı benimsemiş ermeniler olarak adlandırılanhemşinliler de kuman türkleridir…
zira hemşinliler şamanist kuman türkleri iken gürcistan etkisi ile hristiyan olmuş, daha sonra osmanlı himayesi ile müslümanlığa geçmişlerdir. bundan dolayı da dönme ermeni olarak adlandırılmaktadırlar.
TÜRKiYE’DE KUMANLAR;
Türkiye’de günümüzde doğu karadeniz bölgesi’nde “laz” olarak adlandırdığımız türk halkı aslen kuman türkleridir. bilinenin aksine gerçek lazlar’ın sayısı çok azdır,(50.000 civarında) bunun dışında doğu karadeniz’de yaşayan hemşinliler ve diğer türkler kumanlardır.
ayrıca bugün çanakkale ve balıkesir yöresinde dobruca beyliği’nin yıkılmasıyla birlikte anadolu’ya göç eden ece halil saltuk önderliğindeki türklerin arasında bulunan kumanlar da çepniler arasında erimiş ve bektaşi-aleviliği benimsemiş ve kendi kültürlerini devam ettirmişlerdir.
KUNLAR;
Kıpçak Diyarının Moğol istilasına uğramasıyla Başbuğ Kötön komutasında Yaklaşık 40.000 haneli bir grup ise bugünkü Macaristan’a gitmiş ve Kunlar denilen etnik grubu oluşturmuştur. Kıpçak Beylerinden Kemenche Macar Kralı’na Suikast düzenleyerek öldürmüştür. Macaristan Kıpçakları Hristiyan olarak Dil ve Kültürlerini kaybetmiştir.
ayrıca, Kemençe ismini Kumanların yayıldığı sahalarda da görmek mümkündür. Kırım yarımadasında Kemençe, Küçük Kemençe, Murzatar Kemençe isimli köyler bunlardan bazılarıdır. Gagauzlarda Kemençe kelimesinin anlamı Keman olup Kemençe çalıp oynanan oyunun adı da “Horo“dur.
(kemençe ve horon…kıpçak türklerinden günümüze devam eden gelenek…)
KUMANOVA;
bugünkü makedonya cumhuriyeti’nin kuzeyinde, sırbistan-bulgaristan sınırı yakınlarında bulunan şehirdir.
kumanova ismi bölgede 11 ve 12. yüzyıllarda etkin olmuş kuman türklerinden gelmektedir.
11. yüzyılda macaristan’ı istila eden kumanlar (kunlar) daha da güneye inerek buraları da hakimiyetleri altına almışlar ve yerleşkeler kurmuşlardır.
işte makedonya cumhuriyeti’ndeki kumanova kentinin ad kökeni de bu kun-kuman türklerinden gelmektedir.
cumhuriyetimizi kurucusu, ulu önder Atatürk de köken olarak bir kuman türkü‘dür.
(sarı saçları ve mavi renk gözleriyle atatürk, kuman türkleri’nin tüm genetik özelliklerini taşımaktadır.)
 
KIPÇAK BOYLARI;
1. TOKSOBA ( Dokuzoba)  : Tatar kökenlidir. Moğollarla işbirliği yaparak Durutları yok etmenin eşiğine getirmiştir.
2. JETİOBA ( Yedioba ) : Kalabalık bir boydur.
3. BURDJOGLİ ( Burçoğlu ): Kıpçak Toplumunun Merkezini oluşturan boylardan biridir.
4. ELBARLİ ( Kurtbölgeli ): Kıpçak Hanları bu boydan seçilirdi.
5. KANGAROGLİ ( Konguroğlu ): Peçenek asıllıdır. Sonradan Kıpçak organizasyonuna girmiştir.
6. ULADJOGLİ ( Ulaşoğlu ) : Macaristan’da iz bırakmış bir boydur.
7. DURUTLAR ( Dörtler-Dörtoba ): Moğol saldırısından büyük zarar görmüş Deşti-Kıpçak’dan göçmüştür.
8. KULABOGLİ ( Kulobaoğlu ): At besleme kültürü çok güçlüdür.
9. JORTAN ( Çortan ): Turna balığı anlamına gelmektedir.
10.KARABİRKLİ ( Karaşapkalı ): Peçenek asıllıdır.
11. KOTAN ( Kutan ): Kuman asıllıdır.
ÜNLÜ KIPÇAK VE KUMAN KOMUTANLARI(TİGİN)
: Atraga (atrak) : Dağıstan , Şaman – Kendisine bağlı 40.000 aile ile Gürcistan’a göçmüştür.
: Asen : Bulgaristan , Ortodoks
: Aktay : Mısır , Müslüman – Kutuz tarafından öldürülmüştür.
: Aybek : Mısır , Müslüman – Kutuz tarafından öldürülmüştür.
: Baybars : Mısır , Müslüman – En meşhur Kıpçakdır.
(memlük sultanı baybars anıtı-kazakistan)
: Basaraba : Eflak-Boğdan , Ortodoks – Balkanlar’daki Basarabia adlı bölge kendisine atfen namlandırılmıştır. Eflak -Boğdan prensliğini kurmuştur.
: Baytursun : Dağıstan , Şaman
: George TERTER : Bulgaristan , Ortodoks
: Gorgor : Gürcistan , Ortodoks
10 : Jortan : Artvin , Ortodoks – Mensubu olduğu Çortan Boyu ile anılmış şahsi ismi kullanılmamıştır. Osmanlı tapularından kendisine ait mülklerden bahsedilmektedir.
11 : Toktemirus : Eflak- Boğdan , Ortodoks – Basaraba’nın babasıdır.
12 : Sevinç : Dağıstan , Şaman – Kendisine bağlı 40.000 aile ile Artvin- Trabzon Rum devleti arasına yerleşmiştir.
13 : Stefan ŞİŞMAN : Bulgaristan , Ortodoks – Sishman ailesi uzun yıllar Bulgar Kraliyet ailesini oluşturmuştur.
14 : Şaraga (sarıcık) : Kırım , Şaman – Önde gelen Fetihci komutanlardandır. Hayatı boyunca aktif bir politika izlemiş komşu milletlere korku salmıştır. Baskın düzenleyip köle alma konusunda oldukça başarılı idi.
15 : Tumanbay (dumanbey) : Balkanlar, Şaman
16 : Kemenche : Macaristan , Ortodoks – Macar Kralına Suikast düzenleyip öldürmüş, Yakalanıp idam edilmiştir.
17 : Kubasar (ters saldıran) : Gürcistan ,Ortodoks – Darbe ile Başkomutanlıktan alınmış üzüntüden felç olmuştur. Kendisine bağlı oymaklar Rize’ye göçmüştür.
18 : Kutlu Aslan : Gürcistan , ortodoks – Kubasar’a darbe düzenlemiş yeni yönetimde rol almıştır.
19 : Kutuz : Mısır , Müslüman – Aybek ve Aktay ‘ı öldürmüş, Baybars’ı keşfetmiştir.
20 : Kopyak (köpek) : Kırım , Şaman – Kırım Bölgesinin önde gelen Başbuğlarındandır.
21 : Köten : Macaristan , Şaman – Macaristan’ı istila etmiş, Kral ile anlaşarak kendisine bağlı 40.000 aile ile yerleşik hayata geçmiştir.
22 : Könçek (pantolon) : Kırım ,Şaman – Önde gelen komutanlardandır. Balkanlara sık sık inmiş Bizans ordularını çok yıpratmıştır.
23 : Kalavun : Mısır , Müslüman
24 : Tapar HAN : Güney Rusya , Şaman – Kıpçak organizasyonunu kuran ilk Kıpçak Hanıdır. Elbarli Boyuna mensuptur.
25 : Akbaş : Romanya , Ortodoks
26 : Akkuş : Romanya , Ortodoks
27 : Çolpan : Romanya , Ortodoks
28 : Toluntay : Romanya , Ortodoks
29 : Payandur : Romanya ,Ortodoks
30 : Tutarkan : Romanya , Ortodoks
31 : Berkiş’ : Romanya, Ortodoks
32 : Balika’ (Balık) : Balkanlar , şaman – Dobric’in babasıdır.
33 : Dobriç : Balkanlar, Şaman – Balkanlardaki Dobruca Devletini kurmuştur.
34 : Buğa (Boğa) : Romanya, Ortodoks
35 : Ötemiş : Romanya, Ortodoks
36 : Ablay Khan: kazak atmanı, kazakistan’ı moğol istilasından kurtaran önder.
(ABLAY HAN-ABILAY KHAN: ULU KAZAK ATMANI…)



Bizi Google+ üzerinde bulun

KUMANLAR DİĞER ADIYLA KIPÇAKLAR

Kıpçaklar (Kumanlar)
Avrupalıların “Kuman” adını verdikleri kuzey Türkleri. 
Kıpçakları, Bizanslılar “Kumanos”, Macarlar “Kun”, Ruslar “Polovets”, Almanlar “Falben” adıyla bilirler. İslamî kaynaklar ise “Kıpçak” (Kıfşak, Hıfşak) diye zikrederler. Genellikle, beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler. Batı Göktürkleri'nin bir kolu olduğu söylenen Kıpçakların, Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi Türk boyları ile irtibatları vardır.    
Karahıtayların baskını ile, Güneybatı Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından, 11. yüzyılda çıkarıldılar. Volga üzerinden batıya göçtüler. Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara hakim oldular. Buralar “Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar. Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar. Ruslarla, uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar. Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle, akınlarını büsbütün arttırdılar. On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar. Rusların meşhur İgör Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı düzenledikleri, fakat yenildikleri seferi konu almaktadır. Beylikler hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen, tam bir birlik sağlayamadılar.
1222 yılında Moğollar, Kafkasları Derbent geçidinden aşarak Kıpçaklar üzerine yürüdüler. Ancak Kıpçak Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği yapıp, Moğolları Kalka Nehrine kadar sürdü. 1223’te yapılan Kalka Meydan Muharebesinde ise Rus knezleri ve Kıpçaklar müthiş bir bozguna uğradılar. Birçok Rus köy ve şehri yakılıp yıkıldı. 1236’da Batu Han, batı seferine çıktı. Rusları yendikten sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı (1239). Kıpçaklardan bir kısmı, Özi’nin batısına gidip kitleler hâlinde Macaristan’a girdiler. Bir kısmı ise, Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar Türklerinin yurduna ulaştılar. Bulgar Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan Türklerini meydana getirdiler. Batu Han, Macaristan’ı da itaatine aldıktan sonra, ordularını İdil’e kadar çekti ve Aşağı İdil boyunda, Altınordu Devleti'nin temelini attı (1242).
Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci Moğolları, kısa zamanda kültürlerinin etkisi altında erittiler. Devlet adeta bir Kıpçak devleti hâlini aldı. Moğolların sadece adı kaldı. Türkçe konuşup Türkçe yazmaya başladılar. Bilhassa Batu’nun oğlu Berke Hanın Müslüman olması, Moğollar arasında İslâmiyet'in hızla yayılmasına yol açtı. İslâmiyet, 922 yılında Bulgar Hanı Almas Hanın Müslüman olarak Abbasî halifelerine tâbi olmasından sonra, bölgedeki Türk boylarının ortak dini hâline geldi. Yüzyıllarca, Rusları, Sibirya soğuğuna mahkûm eden Kıpçak Türklerinin hakim olduğu Altınordu Hanlığı, Timurlular'la giriştiği mücadele sonunda zayıf düştü.
Altınordu’nun hakim olduğu bölgelerde, Kazan (1437-1552) ve Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu. Bu hanlıkların nüfusu, Kıpçak Türklerinden meydana geliyordu. Kazan Hanlığı'ndaki taht kavgaları, Rusları iyice güçlendirdi. 1552’de Korkunç İvan, Kazan Hanlığını yıktı. 1783’te Kırım Hanlığı, Rusya hakimiyetine girdi. Osmanlılar'ın zayıf dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal ettikleri bölgelerdeki cami ve medreseleri yakıp yıktılar. Birçok Müslüman, Osmanlı topraklarına göç etti. Geride kalanlar, Rusların korkunç zulümlerine maruz kaldılar. 1917 Bolşevik ihtilali ve sonrasında din tamamen yasaklandı. Fakat bölgede meskûn olan Müslüman ahali, benliğini İslâmiyet sayesinde korudu. 1990’lara doğru dinî inançların serbest bırakılması ile bölgede İslâmiyet, eski günlerine kavuşma yolunda hızla ilerlemektedir.
Macaristan ve Romanya gibi ülkelere gidip yerleşen Kıpçaklar, Hıristiyanlaşarak benliklerini kaybettiler. On ikinci yüzyıl ve sonrasında, Mısır’daki Eyyubî ve Memlûklu devletlerine satılan Kıpçak çocukları, zamanla devletin idaresini ele geçirdiler. 1250-1382 yıllarında, Mısır’ı Kıpçak asıllı Memlûk hükümdarları idare ettiler.
Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus bir lehçe ile konuşurlardı. Macaristan ve Mısır’da Kıpçak lehçesinde kitaplar yazmışlardır. Kırım’da ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile irtibat kuran İtalyanlar, Codex Cumanicus adıyla ticareti ilgilendiren Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar. Ayrıca, Alman misyonerleri, bu kitabı dinî yönden tamamlayan ilâhiler kısmını yazdılar. 


Bizi Google+ üzerinde bulun

MACARISTANDA TURANCILIK


Osmanlı Devleti'nde, Azerbaycan'da, Kırım'da ve Kazan'da Türkçü görüşler gittikçe güçlenirken, Macaristan'da yepyeni bir hareket ortaya çıkıyordu: Turancılık. O yıllarda Türkçülük ağır ağır mesafe alırken "Turan" kelimesi ve kavramı henüz kullanılmıyordu. Türk birliği, zihinlerde belli belirsiz şekillenmeye başlamıştı. Ama buna, hele siyasî bir kavram olarak "Turan" adını vermek yolunda bir hamle görülmüyordu.  

Macaristan'da Turancılık eğiliminin belirmesi, 19. yüzyıl sonundaki köken araştırmalarından hız almaktaydı. Macarlar, Avrupa'nın ortasında yaşamalarına rağmen, diğer Avrupalı kavimlerle aralarında farklar olduğunu görüyorlardı. 


 Bu sırada Ármin Vámbéry adında bir araştırmacı, klâsik bir eğitim almamış olmasına rağmen Türkoloji alanında çalışmalar yapmaya başlamıştı. Doğu ülkelerine olan merakı dolayısıyla Türkçe, Arapça ve Farsça’yı öğrenen Vámbéry, İstanbul'a gelmiş, burada kaldığı üç yıl boyunca Osmanlı aydınlarıyla ve yöneticileriyle yakın ilişkiler kurmuştu. Daha sonra üç yıl sürecek bir Asya seyahatine çıkmış, Reşid Efendi adıyla bir sahte derviş kimliğine bürünerek gezdiği Türk illerini yakından tanımıştı. Bu seyahatten dönüşünde Budapeşte Toplum Bilimleri Üniversitesi'nde profesörlüğe getirilmiş, burada Türkoloji kürsüsünü kurmayı başarmıştı. Bu kürsü, bütün dünyada üniversite içinde kurulan ilk bağımsız Türkoloji birimi olma özelliğini taşımaktadır. Vámbéry'nin çalışmaları, artık sadece Macaristan'da değil, Osmanlı Devleti'nde de geniş bir ilgiyle takip edilmeye başlamıştı. 

Türk kökenli topluluklar üzerindeki araştırmalar gittikçe sistemli hâle gelirken, bünyesinde çok sayıda Türkçe kelime barındıran Macarca’nın hangi dillerle akraba olduğu konusu üzerinde de durulmaktaydı. Türkçe’yle ve Fince’yle dil akrabalığı bağları gittikçe ön plâna çıkıyordu. Bu bağlar, aynı zamanda siyasî bir içerik de kazanıyor, Macarların hangi kavimlerle akraba olduğu meselesi üzerinde tartışmalara girişiliyordu.

Türkçe’yle ve Türk dünyası ile tarihî bağları öne çıkaran görüşler, halk tarafından da sempati ile karşılanıyordu. Türkler Müslüman’dı, Macarlar ise Katolik Hıristiyan. Türklerin en yakın temsilcisi olan Osmanlılar, Macaristan'ın bağımsızlığına Mohaç Meydan Savaşı ile son vermişlerdi, bu da doğruydu. Ama, bu gerçekler Türklere duyulan yakınlığı engellemeye yetmiyordu. Macarlar, kökeni Asya olan bir halktı ve Türklerle akrabaydı. Fakat sadece Türklerle değil, Ural-Altay, Fin-Ugor ve Uzak Asya halkları da, Turan kavramının çerçevesi içine sokuluyordu: Macarlar, Finler, Estonyalılar, İslâvlaşmamış Bulgarlar, Türkler, Tatarlar, Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler, Başkurtlar. Fakat bazıları "Turan"ı daha geniş kapsamlı düşünüyorlar, bu saydıklarımıza ilâveten Japonları, Korelileri, Moğolları, Çinlileri, Siyamlıları, Tibetlileri de Turan'ın diğer ortakları olarak düşünüyorlardı.

Turan kavramını ilk kullananlardan biri de Macar araştırmacı Miksa Müller'di. Müller, Hind-Avrupa ve Sami ırkından olmayan Asya kavimlerini 'Turan halkları' adı altında tek bir topluluk olarak kabul ediyordu. Müller'e göre, Turan kavimleri kuzey ve güney olmak üzere iki kola ayrılıyordu. Kuzey kolu (Ural-Altay grubu) Tunguz, Moğol, Türk-Tatar, Fin-Ugor ve Samoyed olmak üzere ayrıca beşe ayrılıyordu. Güney kolunu ise Tamal, Tibet-Botan, Tay-Siyam ve Malay halkları meydana getiriyordu.
Tabiî ki, dil, tarih, etnografya ve kültür araştırmalarının henüz emekleme döneminde bulunduğu bu sıralarda, sözünü ettiğimiz gruplaşmaları gerçekmiş gibi kabul eden çevreler hayli genişti. Ama, ilmî çalışmalar ilerledikçe bu tür sınıflamaların bir anlam ifade etmediği ortaya çıkacaktı. O dönemde, Macarların, kendi kimliklerini geniş bir topluluğun mensubu olmakla daha yüksek değerde ortaya çıkarma eğilimleri de önemli rol oynuyordu.

Macar Turancılığının en önde gelen simalarından Pal Teleki, sonraları yaptığı bir açıklamada, bu duruma şöyle bir yorum getirecekti: 

"Siyasî hareketlerin ve ülkülerin haklılığının ölçüsü hiçbir zaman ilmî gerçek olmamıştır. İlmî gerçek doğrulasın veya yalanlasın fark etmez. Siyasî hareketlerin ve ülkülerin haklılığının ölçüsü, ülküye olan inancın güçlü olması ve başarıdır".

Buna karşılık, Turancılık, adı söylenmese bile, Türk aydınları arasında 'Türklerin birliği' olarak tanımlanıyordu. Bu itibarla, Macar Turancıları ile Türkçüler arasında derin bir yorumlama farkı vardı. Bununla beraber, Macarlar artık yüzlerini doğuya dönmüşlerdi. Geleceklerini, geçmişlerinin bulunduğu o topraklarda aramalıydılar. Bu eğilimin gittikçe güçlenmesi, 1910'da "Turan" cemiyetinin kurulması sonucunu verdi. 

Macarlar, 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Avusturya-Macaristan adını taşıyan bir monarşinin yönetimi altındaydılar. Yani bağımsız değildiler. Bu durumdan kurtulmak için 16-18. yüzyıllar arasında silâhlı ayaklanmalara girişmişler, fakat her defasında yenilgiye uğramışlardı. Ama, 20. yüzyıl başlarında Avusturya-Macaristan monarşisi artık güç kaybetmeye başlamıştı. Avrupa'da, Fransız İhtilâli'nden kaynaklanan milliyetçilik rüzgârları daha kuvvetli esiyordu. Ayrıca Panslâvizm, Pangermanizm gibi akımlar gitgide yaygınlaşıyordu. Bu durumda, Macarlar, bağımsızlıklarını sağlamak için yeni hayat sahaları ve yeni müttefikler arama zorunluluğunu duyuyorlardı. Yeni bir dünya nizamı kurulmalı ve Macarlar bu yeni nizam içinde lâyık oldukları yeri almalıydılar.

Yeni arayışlar, yeni düşünceler ışığında kurulan Turan Cemiyeti, aslında bir bilim araştırma kuruluşuydu. Macarlara akraba olan halkların tarihlerini, edebiyatlarını, kültürlerini araştırmak bu cemiyetin önde gelen göreviydi. İlmî araştırmalar, bu halklarla yakınlık kurulması sonucunu verecek, Macarlar da Turan halklarının önderliğini üstleneceklerdi. Cemiyet, Turancılığı, Macarlıkla eş anlamlı görüyordu. Turan Cemiyeti'nin yayın organı olan Turan dergisindeki bir yazıda bu görüş açıkça belirtiliyordu:

"Cemiyetimiz, en önemli devlerinden biri olarak kardeş milletler arasında birliği sağlamayı ve Turancı birlik bilincinin yaygınlaştırılmasını görüyor. Turancılığın, yani Macar olmanın ilk ödevi bu. Turan ülküsünü öğrenen ve bunu yaygınlaştıran herkes, gelecekteki büyük Macaristan'ın sınırını genişletiyor ve güçlendiriyor demektir".

Macar Turancılığı, çeşitli safhalardan geçerek İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar devam etmiştir. Bu arada siyasî boyutu gittikçe genişlemiş, Turancılığın önde gelen şahsiyeti Pal Teleki, artık bağımsızlığına kavuşmuş olan Macaristan'ın başbakanlığına kadar yükselmiştir. Bu arada, İtalya'da ortaya çıkan Faşizmden ve Almanya'ya hâkim olan Nazizmden bir ölçüde ilham alınmıştır. Kültür araştırmalarının yoğunlaşmasıyla, başlangıçtaki yanlış belirlemelerden de uzaklaşmıştır. Macarların kökeni, artık daha gerçekçi temellere oturtulmaktadır. 1938'de şu görüşler hâkim olmuştur:

"Bizler de Türkler de Hunların çocuklarıyız. Tarihî kayıtlarda biz 'Türk' olarak adlandırılmışız. Bulgarlar da Hun soyundandır. Bizim ilk kralımız olan Ellák Attila'nın oğludur. Kutsal tacımızın alt bölümü Bizans İmparatoru tarafından 'Türkiye'nin kralı Géza'ya' ibaresiyle gönderilmiştir."
Bu, doğru bir tesbitti. Eski Bizans, Arap ve İran kaynakları Macarlardan "Türk" olarak söz ediyordu. Macarları Orta Avrupa'ya getirerek yerleştiren Türk Arpad soyundan Géza, bütün Macarların kralı olup da Hıristiyanlığı kabul edince, Bizans İmparatoru, onu Türkiye'nin kralı olarak tanımıştı. Bu tarih, yaklaşık olarak 970'lere tesadüf etmektedir. Bizans, o tarihte Macar devletini bir Türk devleti olarak kabul ediyordu. Daha sonraki araştırmalar da, Macarların, özellikle Sabar Devleti'nin bünyesinde uzun zaman birlikte yaşadıkları Türklerin geniş ölçüde etkisi altında kaldıklarını göstermektedir. Birçok âdet, gelenek, savaş biçimi, yaşayış tarzı Türklerle aynıdır. Macarca’da bugün bile yaşayan yüzlerce kelime Türkçe kökenlidir, hattâ bazıları aynıdır. Bütün bunlar, Macar Turancılarını, Türklerle akraba kavim olma fikrine götürmüş, kendi köklerinin Avrupa'da değil Asya'da olduğu inancını pekiştirmiştir.

Macar Turancılığı, Turan kavimlerini yanlış teşhis edişi sebebiyle ilmî temele dayanmaktan uzaktı. Japonların ve Çinlilerin, ne Türklerle ne de Macarlarla akrabalıkları vardı. Bu yüzden, bir süre sonra önemini kaybetmiştir. Türk Turancılığı ise çok daha ilmî ve gerçekçi temellere dayandığı için kalıcı olmuş, günümüze kadar varlığını -hem de kuvvetle- sürdürmüştür.
Bizi Google+ üzerinde bulun

TÜRKÇÜLÜK NEDİR?

TÜRKÇÜLÜK

Tarih [değiştir]

Rusya'daki 1905 Devrimi'nden önceki günlerde Azeri ve Tatar aydınlar tarafından ortaya atılmış, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonraOsmanlı İmparatorluğu'nda geniş yankı bulmuştur. İttihat ve Terakki yönetimi içinde Ziya Gökalp'in başını çektiği Turancı görüşler egemen olmuştur. Devrik Osmanlı Komutanı Enver Paşa, 1918-1922'de, karışıklık içinde olan Rusya'da Turan fikrini canlandırmaya çalışırken öldürülmüştür.

Cumhuriyet'in İlanı
'ndan sonra Atatürk zaman zaman Turancı duyarlıkları okşayıcı konuşmalar yapmış ve TC banknotlarında[4] ve pullarında bozkurt gibi Türklüğün sembollerini kullanmıştır.[5] Buna karşın, İsmet İnönü'nün başbakanlığı döneminde Turancı örgütler kapatılmış ve Turancı düşünürler baskı altında tutulmuştur. Nihal Atsız'ın önderliğindeki Turancı hareket, İnönü'nün cumhurbaşkanlığı sırasında takibata uğramış, 1944'te Turancı örgüt üyeleri tutuklanarak işkenceden geçirilmiş ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanmıştır. Buna rağmen Turancı görüşler Türkiye'de günümüze dek taraftar bulmaktadır.
Ziya Gökalp'in bir manzumesinde kullandığı aşağıdaki beyit, Turancı düşüncenin özeti sayılır:
Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.

Rusya'da Türkçülük [değiştir]


1927'de 5 Lira
Tüm Rusya Müslümanlarının ortak bir kültürel ve siyasi hareket içinde bir araya gelmesi fikri, Çarlık Rusyası'nda eğitim görmüş Tatar ve Azeri aydınları arasında 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren taraftar buldu. Tüm Slavların birliğini savunan Panslavizm hareketine benzetme yoluyla bu harekete Pan-Türkizm adı verildi.
Rusya Türklerinin kültürel uyanış hareketinin öncüsü Kırım'lı İsmail Gaspıralı idi. İsmail Bey'in çıkardığı Tercüman gazetesi, tüm Rusya Türklerinin kullanacağı ortak bir yazı dili oluşturmaya çalıştı. Bu dilin belkemiğini Türkiye Türkçesi oluşturacak, ancak tarihi Türk lehçelerinden de faydalanılacaktı. 1905 Rus Devrimi sırasında Gasprinski, Azerbaycan'lıHüseyinzade Ali (Turan), Kazan Tatarları'ndan Yusuf Akçura, Başkırt'lardan Zeki Velidi (Togan) Nijni Novgorod kentinde Tüm Rusya Müslümanları Kongresi'ni topladılar (15-28 Ağustos 1905). Kongre hareketinin diğer ünlü isimleri Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu, Kazan'lı Sadri Maksudi (Arsal) ve Hiveli Mustafa Çokayef (Çokay) idi. 1906'da devrim hareketinin başarısızlığa uğramasından sonra bu kişilerin birçoğu Rusya dışına kaçtı. Türkiye'de 1908 Devrimi'nden sonra oluşan özgürlük ortamında çoğu Türkiye'ye gelerek İttihat ve Terakki hareketi içinde yer aldılar..

Türkiye'de Türkçülük [değiştir]

Türkiye'de Orta Asya'daki Türk halkları 16. yüzyılda Sokullu Mehmed Paşa'nın Don-Volga nehirlerini birleştirme projesiyle gündeme geldi. Proje o dönemde gerçekleşmiş olsaydı Don ve Volga ırmakları bir kanalla birleştirilerek Osmanlı Devleti'ne Hazar Denizi'nin yolu açılacaktı. Böylece Osmanlı Asya'da bulunan diğer Türklerle irtibata geçebilecekti.[6]

1927'de 10 Lira
Türkiye'de Dış Türkler'e yönelik asıl ilgi 1890'larda başladı. Fransız tarihçi Léon Cahun'ünAsya Tarihine Giriş: Türkler ve Moğollar (1896) adlı eserinin Necip Asım Bey tarafından yapılan Türkçe çevirisi (1899), Türkçü hareketin dönüm noktalarından biri idi. Daha önce Türkçe'de özel bir anlam taşımayan Turan kavramı Cahun'ün eseri sayesinde yaygınlık kazandı.
1904'te Yusuf Akçura'nın, Osmanlıcılık ve islamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan Üç Tarz-ı Siyaset adlı etkili kitapçığı yayımlandı. 1908'de "Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek" amacıyla İstanbul'da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kurucuları Yusuf Akçura, Necip Asım (Yazıksız),Veled Çelebi (İzbudak), Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan idi.[7]
1911'de yine İstanbul'da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların yanı sıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler de ileri sürdü. Mehmet Emin (Yurdakul) un önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf AkçuraAhmet Ağaoğlu veHüseyinzade Ali (Turan) gibi Rusya göçmenleri idi. 15 Mart 1912'de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu. 1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye'nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki Velidi (Togan)Reşit GalipFerit TekHamdullah Suphi (Tanrıöver), Halide Edip (Adıvar) ve Adnan Adıvar gibi aydınlar bulunuyordu.[8]
1913'ten itibaren Türk Ocağı ve genelde Turancı düşünce, İttihat ve Terakki yönetiminin tam siyasi desteğini kazandı. İttihat ve Terakki hareketinin "resmi" ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp'in yanı sıra, hikâyeci Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mehmet Emin Yurdakul'un 1918'de Turana Doğru adıyla derlediği şiirler, Halide Edip'in Yeni Turan romanı, Ömer Seyfettin'in Yarınki Turan Devleti adlı risalesi, Fuad Köprülü'nün Turan başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler adlı propaganda risalesinin yazarı Munis Tekinalp (asıl adı Moiz Kohen), savaşın ana hedefinin Turan'ı kurtarmak olduğunu savundu.[2]
Enver Paşa'nın Aralık 1914'te giriştiği Sarıkamış taarruzunun stratejik hedefi Kafkasya üzerinden Orta Asya'da Türk egemenliğini kurmak idi. Ancak bu girişim, 60.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu bir yenilgiyle sonuçlandı. 1918 yazında Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa(Killigil) komutasında bir Türk birliği, Bolşevik Devrimi nedeniyle kargaşa içinde bulunan Azerbaycan ve Dağıstan'ı Rus işgalinden kurtararak bağımsızlığını ilan etti. Turan'ı kurmaya yönelik bu girişime de, Osmanlı Devleti'nin diğer cephelerde uğradığı yenilgi nedeniyle, Kasım 1918'de son verildi.

Diğer ülkelerde Türkçülük [değiştir]

Azeri Türkçülerinin dergisi olan Kurtuluş, Kasım 1934 - Temmuz 1939 tarihleri arasında Berlin'de Mehmet Emin Resulzade tarafından yayımlandı.
Hive asıllı Turancı Mustafa Çokay'ın kurduğu Türkistan Milli Konseyi Aralık 1931'den itibaren Berlin'de Yaş Türkistan (Genç Türkistan) dergisini yayımladı. İdil Ural Milli Komitesi'nin Yeni Milli Yol dergisi de 1932-1939 yılları arasında Tatarca olarak Berlin'de yayımlandı.
Adı geçen dergilerin hepsi Temmuz 1939'da Sovyet-Alman ittifak antlaşmasının (Ribbentrop-Molotov Paktı) imzalanması üzerine yayın hayatlarına son verdiler.

Cumhuriyet döneminde Türkçülük [değiştir]

1920'ler [değiştir]

Milli Mücadele'de İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve Turancı kadroları önemli bir rol oynadığı halde, TBMM hükümeti 1920'den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tavır aldı. Bunda Eylül 1920'de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı.
Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923'te Ankara'da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Turancılığı "uzak mefkûre" ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir Türkçülük tanımı getiriyordu. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı göstirildi.
Mehmet Emin Yurdakul Turana Doğru adlı şiir kitabının yeni baskısında bazı şiirlerini değiştirerek Turan sözcüğünün yerine vatansözcüğünü getirdi. Ahmet Ağaoğlu, Halide Edip ve Yusuf Akçura, 1922 ve 1923'te çeşitli vesilelerle Turancılıktan vaz geçtiklerini deklare ettiler.[2]

1930'lar ve Türkçülük'ün yeniden canlanması [değiştir]

Cumhuriyet döneminde Turancılığı üstü kapalı bir biçimde de olsa savunan ilk eser, Reşit Saffet Atabinen'in 1930'da yayımlanan Türklük ve Türkçülük İzleri adlı kitabıydı. Kitap, Türk Ocağı örgütü içinde hızlanan bir tartışma ortamında yayımlanmıştı. 1931'de Türk Ocakları Atatürk'ün emriyle kapatıldı.
1932'de Reşit Galip'in emriyle üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra yedi yıl Almanya'da kalan Zeki Velidi Togan, 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı Bugünkü Türkistan ve Yakın Mazisi adlı eserinde, yakın gelecekte gerçekleşmesini umduğu Turan hayalini anlattı.
1930'larda yeniden güçlenen Türkçü-Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi. Atsız 1931-1932'de Atsız Mecmuayı, 1933-1934 ve 1943-1944'te de Orhun: Aylık Türkçü Mecmua'yı yayımladı. 1939'da Bozkurt dergisini çıkaran Reha Oğuz Türkkan ile 1943'te Samsun'da Kopuz adlı Türkçü dergiyi başlatan Fethi Tevetoğlu bu dönemin diğer Turancı fikir önderleri arasında bulunuyordu. 1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon Çınaraltı adlı Türkçü dergiyi yönetti. Bu dergide yazan emekli general Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, "Her Türkçü Turancıdır, her Turancı Türkçüdür" diyordu.

1944 Tevkifatı [değiştir]

Nazi Almanyası'nın yenilmeye yüz tutması ve Türkiye'nin İngiltere-ABD ittifakına yaklaşmasıyla Türk basınında Turancılara yönelik sert eleştiriler boy gösterdi. Faris Erkman 1943'te yayımlanan En Büyük Tehlike adlı kitabında "Pan-Türkist, Turancı, ırkçı kuklalara" saldırarak, onları yabancı devletlerin hizmetinde olmakla suçladı.
İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı Ocak 1944'te emekliye sevkettikten sonra, 3 Mayıs 1944'te İstanbul ve Ankara'da Türkçü gençlerin düzenlediği Komünizmi Telin mitingleri yapıldı. 9 Mayıs 1944'te Şükrü Saraçoğlu hükümeti, aralarında Nihal AtsızZeki Velidi ToganReha Oğuz TürkkanNejdet SançarFethi Tevetoğlu ve Alparslan Türkeş'in de bulunduğu 30 kadar Türkçü-Turancı'yı tutukladı. Bir yıla yakın tutuklu kalan sanıklar, daha sonra, kendilerinin tabutluklara yerleştirilip işkence yapıldığını ileri sürdüler. 29 Mart 1945'te Türkçülük davası sanıklarından onu ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak aynı yılın Ekim ayında Askerî Yargıtay mahkûmiyet kararlarını esastan bozdu.[2]

1945 sonrası [değiştir]

1950'li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak'ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız örgütlü bir yapı göstermeyen Turancı hareket, o yıllarda siyasete egemen olan anti-komünizm düşüncesinin sağladığı zırha bürünerek görüşlerini savundu. Şubat 1969'da isim değiştirerek Milliyetçi Hareket Partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, eski Turancılardan birçoğunu bünyesinde topladı.



Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında devletin Osmanlı milliyetçiliği veya İslam kardeşliği temellerine dayandırılması fikirleri akımları karşısında, Devletin asıl sahibi olan Türk Milletine dayanması gerektiğini savunanlara Türkçü; onların ilkelerine dayanan akıma da Türkçülük denir.

Türkçülük, “Her şey Türk için, Türk’e göre” fikrini savunan Türk Milliyetçiliğinin adıdır. Arap ve Batı Kültürüne karşıdır. Eski Türk kültürüne dönülmesi gerektiğini savunur.
İslama saygılı, ancak İslam adı altında Arap geleneklerinin Türk Halkına dayatılmasına karşıdır.

Hristiyan milletlerin ayrılması ile Osmanlıcılık, Kürt isyanları (PKK hariç 28 kürt isyanı) ve Araplar’ın ihaneti ile ise İslam kardeşliği fikirlerini geçersiz kıldıktan sonra Devletin Türklük düşüncesi ve Türk milletine dayanması fikirleri ağırlık kazandı.
Yıllarca aşağılanan ve kurucusu olduğu devletin yönetiminden dışlanan Türkler, kendi devletlerinde tekrar söz sahibi olmak için harekete geçtiler.

Türkçülük akımı, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük başarı göstermiştir. Vatanın elden gitme tehlikesi belirince herkeste büyük bir Türklük bilinci uyanmıştır. Önce edebiyat ve fikir adamlarınca ortaya atılan, sonradan politik nitelik kazanan Türkçülük akımı gelişme göstermiştir.
Devletin kurucu unsur olan Türklere dayanması temelinde ortaya çıkan Türkçülük, daha sonra “Her şey Türk İçin, Türk’e Göre” fikrinin gteliştirilmesiyle tamamen bir Toplumsal Dönüşüm Projesi haline gelmiş ve özellikle Arap ve Kürt kültüründen gelen ilkelliklerin Türk toplum ve kültür hayatından ayıklanarak Ulusal Kültürün yeniden inşasını hedefleyen sosyal-kültürel bir içerik kazanmıştır.
Ziya Gökalp, “her ulusun modernleşmek için Batı’yı örnek almalıdır, ancak Türkler’in Arap kültürünü almalarından önceki kültürlerine bakmalarının yeterli olacaktır” der.

Türkçülük ile ilgili yapılan en büyük hata, Türkçülük ile Turancılığın karıştırılması veya Turancılığın Türkçülüğün ön şartı imiş gibi sunulmasıdır. Oysa Türkçülük ve Turancılık birbiriyle ilgisiz iki farklı görüştür. Bazen karıştırılmasının sebebi Türkçülük ile yaklaşık olarak aynı zamanda ortaya çıkmış olmasıdır.
Ancak içlerinde Atatürk’ün de bulunduğu ve Cumhuriyete şekil veren Türkçüler Turancılığı reddetmişlerdir.
Ziya Gökalp gibi başta Turancı olan Türkçüler de zamanla Öz-Türklük (Anadolu ve Balkan Türkleri) temelli bir miliyetçiliği kabul etmişlerdir.